İzleyiciler
29 Ocak 2015 Perşembe
19 Ocak 2015 Pazartesi
RUHSAL TRAVMA
Travma
tıp dilinde yaralanma demektir. Psikolojide kullanılan anlamı ise ruhun
yaralanması, örselenmesidir. Travma kişinin ruhsal ve bedensel varlığını
değişik biçimlerde sarsan ve inciten her türlü olaylar bütünüdür.(Damka;2009)
Travmatik yaşantı kişinin psikolojik
iyilik halini, sosyal güvenliğini tehdit ederek kişinin kendini engellenmiş
hissetmesine, yetersizlik ve çaresizlik duyguları yaşamasına sebep olur.(Damka;2009)
Travmatik olaylar aynı zamanda
kişilerin önceki şemalarının ve dünyanın güvenilir bir yer olduğuna ilişkin
temel varsayımlarının yıkılmasına neden olabilir. Travmatik olaylarla birlikte
insanda stres hormonu aşırı şekilde
çalışmaya başlar. Stres kaynağı ortadan kalktıktan sonra bile bedende kalarak
en küçük uyarana karşı bedenin tekrar stres tepkisi üretmesine neden olur.(Yılmaz;2006)
Travmanın neden olduğu fizyolojik
değişmeler; genel olarak aşırı uyarılmışlık, olaya ilişkin rahatsız edici
düşünceler ve kaçınma başlıkları altında toplanabilmektedir. Travmatik
yaşantılar sonucu ortaya çıkabilecek tepkileri de şu başlıklar altında
toplayabiliriz:
Fiziksel
Tepkiler: Mide
rahatsızlıkları, yorgunluk, titreme, baş dönmesi, baş ağrıları, göğüs ağrısı,
kalp çarpıntısı.
Duygusal
Tepkiler: Kaygılı olma, korku, kızgınlık, suçluluk, panik
hali, inkar, depresif duygu durum, öfke, huzursuzluk.
Davranışsal
Tepkiler: Ani davranışlar, yeme sorunları, irkilme,
korkma, kendini geri çekme.
Sosyal
Tepkiler: Sosyal
ilişkilerde sorunlar, yargılama, suçlama, sosyal hayattan uzaklaşma ve her şeyi
kontrol altında tutma isteği.(Damka;2009)
Ruhsal travmada stresörün etki
şiddetini arttıran etkenler şöyledir:
-
Birey için öznel anlamı olması
-
Karşı karşıya kalma süresinin uzaması
-
Karşılaşmanın ani olması
-
İnsan tarafından oluşturulması
-
Ölüm tehdidi içermesi
-
Fiziksel yaralanma ile birlikte olması
-
Gaddarlık ve insanlık dışı olay içermesi
-
Kişide suçluluk duygusu uyandırması
-
Kişinin köşeye sıkışmışlığı hissetmesi (Özgen ve
Aydın;1999)
RUHSAL TRAVMA VE PSİKOLOJİK FAKTÖRLER
Ruhsal
travmayı açıklamada çok çeşitli yaklaşımlar kullanılmıştır. Bu yaklaşımlar
travmayı kendi değerlendirme biçimlerine göre ele almışlardır. Ancak şunu
unutmamak gerekir ki ruhsal travmanın açıklanmasında ne sadece psikolojik
faktörler ne de sadece biyolojik faktörler etkili olabilmektedir. Travmaya
maruz kalmış birisi ile ilgilenirken hastayı her açıdan incelemek
gerekmektedir.
a. Psikodinamik Yaklaşım:
TSSB’nin psikoanalitik modeli, travmatik yaşantının çözümlenmemiş iç çatışmayı
harekete geçirdiği varsayımına dayanmaktadır. Freud, şiddetli travmaların tüm
savunma düzeneklerini aşarak ağır, acı verici şekilde yaşandığını, represyonun
yetersiz kaldığını, egonun bununla baş etme gücünün kalmadığını ileri sürmektedir.
Önce dissosiyasyon düzeneği kullanılarak bu yaşantılar bilinçli alandan ve
yaşantı/duygu bütünlüğünden ayrıştırılıp bilinçdışına yerleştirilmektedir. Bu
yaşantıyı yada yaşantının bir yanını anımsatacak yeni bir travma ile tüm anılar
yeniden yaşanmaktadır. Geçmişteki çatışma alanı ile yeni travmatik olay
bütünleşmiş olduğunda ise başetme gerçekleşebilmektedir. Bölünme, bu
bütünleşmeyi yapamayan egonun savunma düzeneği olup bir yanda acıdan
uzaklaşırken bir başka yönde farklı biçim ve yoğunlukta yeniden yaşanmaktadır.
Baş edilemeyen çatışmalar karşısında çekilme/kaçınma başlamakta ve birey
yalnızlık, çaresizlik yaşamaktadır. Egonun gelecek olayları hayalde, önceden
yaşama ve böylece geleceğe hazırlanma yeteneği, onun dışarıdan gelen uyarıları
elemesini ve organize etmesini kolaylaştırmaktadır. Beklenmedik olaylar,
hazırlanma olanağı bulunmuş olaylardan daha büyük şiddetle yaşanmaktadır. (Özgen
ve Aydın, 1999)
b. Bilişsel ve Bilgi İşleme Kuramı: Ağır
stres karşısında bilgi işleme bozulmakta, yaşantının asimile edilmesi mümkün
olmamaktadır. Bütünlenememiş yaşantılar kolaylıkla uyarılabilmekte ve yaşamın
içine karışabilmektedir. Acı verici yaşantılar bastırılamamakta ya da
dışlanamamaktadır. Kaygı ve korku ile birlikte kaydedilmiş yaşantılarda,
duygu-düşünce öğelerinden birini uyaran uyarılar tümünü harekete geçirmektedir.
Bu genel uyarılmışlık ve arkasındaki organize olamayan bir biçimde yapılmış
kayıt, TSSB’deki uyarılmışlık, bellek bozuklukları, impulsivite gibi
belirtilerin kaynağı olarak değerlendirilmektedir. (Özgen ve Aydın, 1999)
Clark, kaygı bozukluklarında çarpıtılmış
inançlar sonucunda içsel uyaranların tehlike olarak algılandığını belirtmiştir.
Bu çarpıtılmış inançların altında altı tane mekanizma yatmaktadır. Bunlar;
güven arayıcı davranışlar, dikkatin dağılması, kendiliğinden oluşan imaj,
duygusal çıkarım, bellek süreçleri ve tehdit temsilinin doğası. Özellikle
bellek süreçleri ve tehdit temsilinin doğası ruhsal travmalarda etkindir. (Dınvar,
2011)
Ruhsal travmalarda kişi, olayı bilinçli bir
şekilde hatırlamaya çalıştığında zorlanmaktadır. Genellikle olayın belirli bir
bölümünü unutmuşlardır ve olayı sözelleştirmede zorluk çekmektedirler. Ancak,
tüm bunlara rağmen istemsiz bir şekilde olayı tekrar tekrar
yaşamaktadırlar.(Dınvar, 2011)
Tehdit temsilinin doğası ise travmatik olayı
yaşadıktan sonra kişinin ortaya çıkan belirtileri nasıl değerlendirdiği ile
ilgilidir. Eğer kişi, travmatik olaydan sonra, yaşadığı belirtileri doğal
tepkiler olarak değerlendirip bunların “çıldırmak”, “kontrolü kaybetmek” gibi
belirtiler olmadığını fark ederse, duygulanımları üzerinde bilinçli bir kontrol
sağlayabilmektedir.(Dınvar, 2011)
Ehlers
ve Clark (2000:313), TSSB geliştiren kişilerin, TSSB’ nin sürdürülmesini sağlayan
çeşitli uyumsuz davranışsal ve bilişsel stratejileri olduğunu
belirtmektedirler. Bu stratejilere örnek olarak, düşünceleri baskılamaya
çalışma, tehditle ilgili olduğu
düşünülen
ipuçlarına aşırı dikkat etme, tehlikeyi önlemeye yönelik sürekli tedbir alma, bazı
belirtileri kontrol etmeye çalışırken diğerlerini arttıracak davranışlarda
bulunma
(örneğin
kabus görmemek için geceleri uykusuz kalıp dikkati toplamakta veya gerginliği azaltmak
için gevşemekte sorunlar yaşama),olayla ilgili hiç düşünmemeye çalışma ve olayı
hatırlatan uyaranlardan kaçınma verilmektedir. (Dınvar, 2011)
c. Davranışçı Yaklaşım:
Travmayla karşılaşılan bireyde ilk önce bir karmaşa yaşanır. Bu hazırlıksız ve
şartlanmamış olarak karşılaşılan durum, sonraki aşamada değişiklik gösterir.
Travmadan önceki yaşanmış tecrübeler kullanılarak sanki travma önceden
karşılaşılmış gibi algılanır. Önceki durumlarda verilen yanıtların aynısı
verilmeye başlanır. Bu, oldukça üst düzeyde öğrenilmiş bir davranıştır. Ancak
bu davranış yeni karşılaşılan duruma uygun olmadığından uygun bir cevap olmaz
ve verilen cevaplar karmaşıklaşır. Karmaşanın artması da anksiyeteyi arttırır.
(Özgen ve Aydın, 1999)
Mower’in(1960)
iki bileşenli öğrenme modeline göre, travmatik yaşantı sırasında nötr olan pek
çok uyaran, koşulsuz uyaran ile eşlenmekte ve korku ortaya çıkaracak koşullu
uyaranlara dönüşmektedirler. Genelleme ve üst düzeyden koşullamalarla, daha pek
çok nötr uyaranın korku tepkisini ortaya çıkarması olası hale gelmektedir.
Normalde, koşullu uyaranın koşulsuz uyaran olmadan sürekli tekrarlanmasının,
sönmeyi ortaya çıkarması beklenmektedir. Fakat travmatik yaşantılardan sonra kişiler, koşullu
uyarıcılarla karşılaşmaktan sürekli kaçınmaktadırlar.Bu kaçınmalar hem
davranışsal hem de zihinsel düzeyde olabilmektedir. Kaçınmalar, korkuyu ortadan
kaldırdıklarından dolayı pekiştirilmekte ve bu yolla travma sonrası stres
belirtilerinin devam etmesini sağlamaktadırlar.(Dınvar,
2011)
12 Ocak 2015 Pazartesi
UMUT, UMUTSUZLUK VE PSİKOPATOLOJİ
UMUT, UMUTSUZLUK VE PSİKOPATOLOJİ
Özgür TÖNBÜL
Psikolojik Danışman
Umut; “ummaktan doğan güven duygusu” olarak tanımlanmaktadır.1 Ummak beklentileri içeren bir bekleyiştir. Umut ve güven insanın olumlu düşünceleri sonucu oluşan olumlu duygulardır.
Umutsuzluk ise bir olay karşısında duyulan beklentilerin olumsuz yönde olması veya beklentilerin olumsuz yönde gittiği sanrısıdır. Bu duygu çoğu zaman ve hiçbir şekilde gerçekleşmeyecek olan veya böyle olacağı sadece düşünülen beklentiler söz konusu olduğunda kendini belli eder.
Dinsel açıdan umut bir erdemdir. Umutsuzluk ise Tanrı’ya isyan olarak tanımlanmaktadır. Çoğu dinlerde inanç ile umut birliktedir. Mitolojilerde de umut kavramı farklı hikayelerle anlatılmıştır. Pandora’nın Kutusu hikayesine göre; Zeus kendisinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a Pandora’yı eş olarak gönderir. Zeus Pandora’ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış çömlek benzeri bir kavanoz hediye etmiştir ama bu kavanoz asla açılmamalıdır. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda kutuyu kapatır bu da insanların içindeki “umut”tur; kötülüğün yayılmamış olması umudu…2
Yaşamın ilk evrelerinden günümüze kadar insanlar hep umut dolu olmuşlardır. Geleceklerini, hayatlarını, hayallerini hep umut etmişlerdir. Dinler, yaşam biçimleri, kültürler umudun önemini vurgulamışlardır. Ancak insanlar bir taraftan bu kadar umutla iç içeyken, bazı insanlar umutsuzluk girdabında boğulmuşlardır. Sartre’ye göre umutsuzluk, insanoğlunun kendisine karşı hazırlayabileceği suikastlerin en korkuncudur. Umutsuzluk manevi bir intihardır.
Umutsuzluk, nevrozlu kişilerin mutluluklarını gölgeleyen düşünce yapılarının en önemlilerindendir. Umudu olan insan her türlü zorluğu göğüsleyebilir, tüm acı ve sıkıntılara katlanabilir. Çoğu kişide de umutsuzluk duyguları derinlere bastırılmıştır ve bu duygu başarı ve mutluluğu engeller. Umutsuzluk girdabına giren birçok kişinin hayat hikayelerinde travmatik yaşantılar görülmektedir.3
Umutsuzluk karamsarlığı da beraberinde getirmektedir. Maruz kalınan yaşam olayı karşısında olumsuz düşünceler harekete geçmekte ve olumsuz duygular peşi sıra ortaya çıkmaktadır. Bir insan durup dururken umutsuzluğa düşmemekte, özellikle bir yaşam olayının var olması gerekmektedir. Yaşanan olumsuzluklarda birlikte hayata karşı beklentiler düşmekte, umutlar azalmaktadır. Umutsuzluk arttıkça insanın kendisine, geleceğine ve çevresine karşı karamsarlık düzeyi de artmaktadır.
Umutsuzluk birçok psikolojik rahatsızlıkların temelini de oluşturmaktadır. Umutsuzluk, kişinin iyilik halinden yoksunluğunu, isteksizliğini ve amaçsızlığını içermektedir.4
Umutsuzluk yetişkinler gibi çocuklarda da görülebilen bir duygudur. Bowlby’nin çocuklarla yaptığı “bağlanma” araştırmaları bebeklik çağındaki çocukların terk edilme durumlarına karşı umutsuzluk yaşadıklarını göstermektedir. Bebeklik döneminde yaşanan bağlanma sorunlarında umutsuzluk özellikle “bebeklik depresyonu”nu tetiklemektedir. Ayrıca 1-3 yaş çocuklarında “ayrılma anksiyetesi bozukluğu” görülebilmektedir. Bebeklik ya da çocukluk dönemindeki umutsuzluk duyguları “tepkisel bağlanma bozukluğu”na temel teşkil etmekte ve bu çocukların başkaları ile güvensiz ortamlarda bağ kurma çalışmaları ve daha çok travmaya maruz kalmalarına neden olabilmektedir.
Ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde ise umutsuzluk daha çok “depresyon” ile iç içedir. Birçok kişi psikiyatriste mutsuzluk ve umutsuzluk belirtileri ile başvurmaktadır. Beck hastaların %78’den fazlasının geleceğe umutsuz baktıklarını belirtmiştir.5 Depresyon olumsuz düşüncelerin ve duyguların yoğun olarak yaşandığı bir rahatsızlıktır. Depresyonun bilişsel açıklamasında kişinin kendisi, çevresi ve geleceği ile ilgili olumsuz inançları ve umutsuzluğu vurgulanmıştır. Beck’in depresyon çalışmalarında ve ölçek geliştirme araştırmalarında umutsuzluk önemli bir yer tutmuştur. Depresyonun psikanalitik açıklamasında da yitirilen sevgi nesnesinin kaybı ve ona eşlik eden umutsuzluk duygusu yer almıştır. Freud “Yas ve Melankoli” çalışmasında sevgi nesnesinin kaybının gerçek bir yas gibi yaşanabileceğini ve bu süreçte umutsuzluğun belirleyici olduğuna değinmektedir.
Umutsuzluk ayrıca depresyonun bir ileri boyutu olan intiharda kendini en çok belli eden duygudur. İntihara eğilimli kişiler yoğun depresif duyguları olan, umutsuzluk ve çaresizlik içerisindeki insanlardır.
İnsan umudu var olduğu sürece yaşamdan zevk alacak ve diğer insanlara faydalı olabilecektir.
KAYNAKÇA
1. TDK Türkçe Sözlük
2. tr.wikipedia.org/wiki/Pandora
3. www.antalyapsikiyatri.com/psikiyatr…/umutsuzluk-ve-depresyon
4. Tarhan F, Kardeş F, Van Depremini Yaşayan Ortaöğretim Öğrencilerinin Travmadan Etkilenme ve Umutsuzluk Düzeylerinin İncelenmesi, Sakarya University Journal of Education, 4/1 (Nisan/April 2014) ss.102-115
5. Dilbaz N, Seber G, Umutsuzluk Kavramı: Depresyon ve İntiharda Önemi
Özgür TÖNBÜL
Psikolojik Danışman
Umut; “ummaktan doğan güven duygusu” olarak tanımlanmaktadır.1 Ummak beklentileri içeren bir bekleyiştir. Umut ve güven insanın olumlu düşünceleri sonucu oluşan olumlu duygulardır.
Umutsuzluk ise bir olay karşısında duyulan beklentilerin olumsuz yönde olması veya beklentilerin olumsuz yönde gittiği sanrısıdır. Bu duygu çoğu zaman ve hiçbir şekilde gerçekleşmeyecek olan veya böyle olacağı sadece düşünülen beklentiler söz konusu olduğunda kendini belli eder.
Dinsel açıdan umut bir erdemdir. Umutsuzluk ise Tanrı’ya isyan olarak tanımlanmaktadır. Çoğu dinlerde inanç ile umut birliktedir. Mitolojilerde de umut kavramı farklı hikayelerle anlatılmıştır. Pandora’nın Kutusu hikayesine göre; Zeus kendisinden ateşi çalıp insanlara veren Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a Pandora’yı eş olarak gönderir. Zeus Pandora’ya evlilik hediyesi olarak topraktan yapılmış çömlek benzeri bir kavanoz hediye etmiştir ama bu kavanoz asla açılmamalıdır. Bir süre sonra merakına yenilen Pandora kavanozu açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda kutuyu kapatır bu da insanların içindeki “umut”tur; kötülüğün yayılmamış olması umudu…2
Yaşamın ilk evrelerinden günümüze kadar insanlar hep umut dolu olmuşlardır. Geleceklerini, hayatlarını, hayallerini hep umut etmişlerdir. Dinler, yaşam biçimleri, kültürler umudun önemini vurgulamışlardır. Ancak insanlar bir taraftan bu kadar umutla iç içeyken, bazı insanlar umutsuzluk girdabında boğulmuşlardır. Sartre’ye göre umutsuzluk, insanoğlunun kendisine karşı hazırlayabileceği suikastlerin en korkuncudur. Umutsuzluk manevi bir intihardır.
Umutsuzluk, nevrozlu kişilerin mutluluklarını gölgeleyen düşünce yapılarının en önemlilerindendir. Umudu olan insan her türlü zorluğu göğüsleyebilir, tüm acı ve sıkıntılara katlanabilir. Çoğu kişide de umutsuzluk duyguları derinlere bastırılmıştır ve bu duygu başarı ve mutluluğu engeller. Umutsuzluk girdabına giren birçok kişinin hayat hikayelerinde travmatik yaşantılar görülmektedir.3
Umutsuzluk karamsarlığı da beraberinde getirmektedir. Maruz kalınan yaşam olayı karşısında olumsuz düşünceler harekete geçmekte ve olumsuz duygular peşi sıra ortaya çıkmaktadır. Bir insan durup dururken umutsuzluğa düşmemekte, özellikle bir yaşam olayının var olması gerekmektedir. Yaşanan olumsuzluklarda birlikte hayata karşı beklentiler düşmekte, umutlar azalmaktadır. Umutsuzluk arttıkça insanın kendisine, geleceğine ve çevresine karşı karamsarlık düzeyi de artmaktadır.
Umutsuzluk birçok psikolojik rahatsızlıkların temelini de oluşturmaktadır. Umutsuzluk, kişinin iyilik halinden yoksunluğunu, isteksizliğini ve amaçsızlığını içermektedir.4
Umutsuzluk yetişkinler gibi çocuklarda da görülebilen bir duygudur. Bowlby’nin çocuklarla yaptığı “bağlanma” araştırmaları bebeklik çağındaki çocukların terk edilme durumlarına karşı umutsuzluk yaşadıklarını göstermektedir. Bebeklik döneminde yaşanan bağlanma sorunlarında umutsuzluk özellikle “bebeklik depresyonu”nu tetiklemektedir. Ayrıca 1-3 yaş çocuklarında “ayrılma anksiyetesi bozukluğu” görülebilmektedir. Bebeklik ya da çocukluk dönemindeki umutsuzluk duyguları “tepkisel bağlanma bozukluğu”na temel teşkil etmekte ve bu çocukların başkaları ile güvensiz ortamlarda bağ kurma çalışmaları ve daha çok travmaya maruz kalmalarına neden olabilmektedir.
Ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde ise umutsuzluk daha çok “depresyon” ile iç içedir. Birçok kişi psikiyatriste mutsuzluk ve umutsuzluk belirtileri ile başvurmaktadır. Beck hastaların %78’den fazlasının geleceğe umutsuz baktıklarını belirtmiştir.5 Depresyon olumsuz düşüncelerin ve duyguların yoğun olarak yaşandığı bir rahatsızlıktır. Depresyonun bilişsel açıklamasında kişinin kendisi, çevresi ve geleceği ile ilgili olumsuz inançları ve umutsuzluğu vurgulanmıştır. Beck’in depresyon çalışmalarında ve ölçek geliştirme araştırmalarında umutsuzluk önemli bir yer tutmuştur. Depresyonun psikanalitik açıklamasında da yitirilen sevgi nesnesinin kaybı ve ona eşlik eden umutsuzluk duygusu yer almıştır. Freud “Yas ve Melankoli” çalışmasında sevgi nesnesinin kaybının gerçek bir yas gibi yaşanabileceğini ve bu süreçte umutsuzluğun belirleyici olduğuna değinmektedir.
Umutsuzluk ayrıca depresyonun bir ileri boyutu olan intiharda kendini en çok belli eden duygudur. İntihara eğilimli kişiler yoğun depresif duyguları olan, umutsuzluk ve çaresizlik içerisindeki insanlardır.
İnsan umudu var olduğu sürece yaşamdan zevk alacak ve diğer insanlara faydalı olabilecektir.
KAYNAKÇA
1. TDK Türkçe Sözlük
2. tr.wikipedia.org/wiki/Pandora
3. www.antalyapsikiyatri.com/psikiyatr…/umutsuzluk-ve-depresyon
4. Tarhan F, Kardeş F, Van Depremini Yaşayan Ortaöğretim Öğrencilerinin Travmadan Etkilenme ve Umutsuzluk Düzeylerinin İncelenmesi, Sakarya University Journal of Education, 4/1 (Nisan/April 2014) ss.102-115
5. Dilbaz N, Seber G, Umutsuzluk Kavramı: Depresyon ve İntiharda Önemi
5 Ocak 2015 Pazartesi
KADINLARDA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
KADINLARDA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
Cinsel işlev çiftlerin cinsellikten aldıkları doyumu belirleyen faktördür. Kadın veya erkek cinsiyet ne olursa olsun bireyin cinsellikten aldığı zevk, cinsellik işlevindeki aksamalarla doğru orantıda gitmektedir.
Kadınların cinselliği erkeklere göre daha farklıdır. Kadınların cinsellikten beklentileri sadece cinsel ilişki değildir. Bunun yanında sarılmak, konuşmak, hissetmek, dokunmaktır. Kadınlar cinsellikte değer görmek, beğenilmek ve psikolojik olarak destek görmek ister.
Ülkemizde yetiştirilme tarzlarına ve kadınların cinsellikle ilgili yanlış inançlarına bağlı olarak evlendikten sonra çiftlerin cinsel yaşamlarında sorunlar çıkmaktadır. Cinsellikle ilgili yanlış mitler, inançlar kadınların cinsellikten korkmalarına, soğumalarına ve kendilerini kasmalarına neden olabilmektedir. Ayrıca eşlerinin cinsellik konusunda ısrarcı olması, kadını düşünmemesi ve zorlaması kadının cinsellğe bakışını olumsuz yönde etkilemektedir.
"Evlilikte Cinsel Yaşam" makalemizde de değindiğimiz gibi cinsellik önce beyinde başlar. Düşünceler duyguları yönetir ve olumsuz inançlar cinsel işlev bozukluklarına sebep olabilir. Çiftler arasında cinsel işlev bozukluklarından her hangi birisi varsa önce fizyolojik olarak tetkiklerin yapılması gerekmektedir. Fizyolojik bir rahatsızlık yok ise psikolojik desteğe bir an önce başlanılmalıdır.
Kadınlarda Görülen Cinsel İşlev Bozuklukları:
1. Vajinusmus : Vajinismus; ilişki sırasında ön sevişmede hiç bir sorun yaşamayan, hatta zevk dahi alan kadınlarda cinsel birleşme anı geldiğinde yaşadıkları istemsiz kasılmalar sonucunda penisin vajina içine girememesi veya son derece ağrılı, zor şekilde girmesi ile karakterize bir cinsel sorundur.
İstemsiz vajinal kasılmalar sonucunda cinsel birleşme (penetrasyon) ya hiç olamamakta veya son derece ağrılı ve acılı bir şekilde gerçekleşebilmektedir. Bazen de vajinaya penisin yalnızca uç kısmı girebilmektedir. Hatta bu şekilde çok nadir de olsa gebe kalan hastalar da olabilir.
Cinsel ilişkide özellikle vajinanın alt 1/3 kısmındaki kaslar kontrolsüz bir şekilde kasılmakla birlikte bu kasılmaya bacaklar, kalça, bel, sırt ve hatta vajinismus probleminin derecesine de bağlı olarak çene, ayak parmaklarındaki kaslar bile katılabilmektedir. Kasılmaların şiddeti vajinismusun da derecesini göstermektedir.
Vajinusmusta, kadınlar cinsel ilişkinin düşüncesine bile tahammül edemez duruma gelebilirler. Gerginlikler had safhaya çıkabilir. Vajinusmusta eşlerin birbirine desteği çok önemlidir. Çiftler cinselel terapi destekleriyle sorunlarını çok kolay bir şekilde çözüme kavuşturabilirler.
2. Disparoni ( Ağrılı Cinsel İlişki): Disparoni, cinsel ilişki sırasında kadının acı ve ağrı duyması olarak tanımlanabilir. Vajina girişinde yada daha derinlerde acı, yanma, ağrı, batma gibi belirtiler gösterebilir.
Disparonide özellikle vajinal muayenenin yapılması şarttır. Vajinal, rahim ve idrar yolları enfeksiyonları disparoniye neden olabilmektedir. Fiziksel muayenede bir soruna rastlanmamışsa psikolojik destek almak şarttır. Ayrıca vajinal kuruluk da disparoniye sebep olabilmektedir.
3. Orgazm Bozukluğu: Orgazm cinsel ilişkinin 3. aşamasıdır. Orgazm alınan zevksin son noktasında vücudun kasılarak boşalması ve rahatlamasıdır. Kadınlarda orgazm eşlerinden veya kendi olumsuz düşüncelerinden kaynaklanarak gerçekleşemediği zamanlar olabilmektedir.
Her kadın orgazm olabilir yeterki düşünce sistemini olumluya çevirsin. Kendi bedenini, uyarılma noktalarını bilen ve keşfeden kadınlar orgazmı daha kolay sağlamaktadır.
Kadınlarda orgazm ikiye ayrılır. Vajinal orgazm ve klitoral orgazm. Vajinal orgazm cinsel ilişki sırasında kadının orgazma ulaşamasıdır. Klitoral orgazm kadının masturbasyon yaparak yada cinsel ilişki sırasında klitorisini uyararak orgazma ulaşmasıdır.
Vajinal orgazmın gerçekleşmeme sebepleri; erkeğin erken boşalması, erkeğin sertleşme sorunu olması, kadının cinsellikle ilgili olumsuz düşünce sistemi, kadının cinsel istek azlığı, vajinusmus, fiziksel rahatsızlıklar gibi sebepler olabilir.
4. Cinsel İstek Azlığı: Kadınlarda cinsel istek azlığı "Başım Ağrıyor" repliğiyle ülkemizde çok fazla gündeme gelmektedir. Kadınların yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen cinsel ilşiki yada masturbasyon yapmaya karşı isteksiz ve ilgisiz olmalarıdır. Cinsel isteksizliğin sebepleri; yaşanan bir travma, depresyon, anksiyete, kullanılan psikiyatrik ilaçlar veya fiziksel rahatsızlıklar olabilir.
Tüm bu cinsel işlev bozuklukları evlilik yaşamında olumsuzluklara neden olabilmektedir. Eşlerin birlikte hareket etmeleri, bu sorunları çözme konusunda kararlar almaları önemli bir adım olacaktır. Cinsel terapilerle birlikte kolaylıkla çözülebilecek olan bu sorunlar evliliğinizde problemlere neden olmasın.
Özgür TÖNBÜL
Psikolojik Danışman/Aile Danışmanı
Cinsel işlev çiftlerin cinsellikten aldıkları doyumu belirleyen faktördür. Kadın veya erkek cinsiyet ne olursa olsun bireyin cinsellikten aldığı zevk, cinsellik işlevindeki aksamalarla doğru orantıda gitmektedir.
Kadınların cinselliği erkeklere göre daha farklıdır. Kadınların cinsellikten beklentileri sadece cinsel ilişki değildir. Bunun yanında sarılmak, konuşmak, hissetmek, dokunmaktır. Kadınlar cinsellikte değer görmek, beğenilmek ve psikolojik olarak destek görmek ister.
Ülkemizde yetiştirilme tarzlarına ve kadınların cinsellikle ilgili yanlış inançlarına bağlı olarak evlendikten sonra çiftlerin cinsel yaşamlarında sorunlar çıkmaktadır. Cinsellikle ilgili yanlış mitler, inançlar kadınların cinsellikten korkmalarına, soğumalarına ve kendilerini kasmalarına neden olabilmektedir. Ayrıca eşlerinin cinsellik konusunda ısrarcı olması, kadını düşünmemesi ve zorlaması kadının cinsellğe bakışını olumsuz yönde etkilemektedir.
"Evlilikte Cinsel Yaşam" makalemizde de değindiğimiz gibi cinsellik önce beyinde başlar. Düşünceler duyguları yönetir ve olumsuz inançlar cinsel işlev bozukluklarına sebep olabilir. Çiftler arasında cinsel işlev bozukluklarından her hangi birisi varsa önce fizyolojik olarak tetkiklerin yapılması gerekmektedir. Fizyolojik bir rahatsızlık yok ise psikolojik desteğe bir an önce başlanılmalıdır.
Kadınlarda Görülen Cinsel İşlev Bozuklukları:
1. Vajinusmus : Vajinismus; ilişki sırasında ön sevişmede hiç bir sorun yaşamayan, hatta zevk dahi alan kadınlarda cinsel birleşme anı geldiğinde yaşadıkları istemsiz kasılmalar sonucunda penisin vajina içine girememesi veya son derece ağrılı, zor şekilde girmesi ile karakterize bir cinsel sorundur.
İstemsiz vajinal kasılmalar sonucunda cinsel birleşme (penetrasyon) ya hiç olamamakta veya son derece ağrılı ve acılı bir şekilde gerçekleşebilmektedir. Bazen de vajinaya penisin yalnızca uç kısmı girebilmektedir. Hatta bu şekilde çok nadir de olsa gebe kalan hastalar da olabilir.
Cinsel ilişkide özellikle vajinanın alt 1/3 kısmındaki kaslar kontrolsüz bir şekilde kasılmakla birlikte bu kasılmaya bacaklar, kalça, bel, sırt ve hatta vajinismus probleminin derecesine de bağlı olarak çene, ayak parmaklarındaki kaslar bile katılabilmektedir. Kasılmaların şiddeti vajinismusun da derecesini göstermektedir.
Vajinusmusta, kadınlar cinsel ilişkinin düşüncesine bile tahammül edemez duruma gelebilirler. Gerginlikler had safhaya çıkabilir. Vajinusmusta eşlerin birbirine desteği çok önemlidir. Çiftler cinselel terapi destekleriyle sorunlarını çok kolay bir şekilde çözüme kavuşturabilirler.
2. Disparoni ( Ağrılı Cinsel İlişki): Disparoni, cinsel ilişki sırasında kadının acı ve ağrı duyması olarak tanımlanabilir. Vajina girişinde yada daha derinlerde acı, yanma, ağrı, batma gibi belirtiler gösterebilir.
Disparonide özellikle vajinal muayenenin yapılması şarttır. Vajinal, rahim ve idrar yolları enfeksiyonları disparoniye neden olabilmektedir. Fiziksel muayenede bir soruna rastlanmamışsa psikolojik destek almak şarttır. Ayrıca vajinal kuruluk da disparoniye sebep olabilmektedir.
3. Orgazm Bozukluğu: Orgazm cinsel ilişkinin 3. aşamasıdır. Orgazm alınan zevksin son noktasında vücudun kasılarak boşalması ve rahatlamasıdır. Kadınlarda orgazm eşlerinden veya kendi olumsuz düşüncelerinden kaynaklanarak gerçekleşemediği zamanlar olabilmektedir.
Her kadın orgazm olabilir yeterki düşünce sistemini olumluya çevirsin. Kendi bedenini, uyarılma noktalarını bilen ve keşfeden kadınlar orgazmı daha kolay sağlamaktadır.
Kadınlarda orgazm ikiye ayrılır. Vajinal orgazm ve klitoral orgazm. Vajinal orgazm cinsel ilişki sırasında kadının orgazma ulaşamasıdır. Klitoral orgazm kadının masturbasyon yaparak yada cinsel ilişki sırasında klitorisini uyararak orgazma ulaşmasıdır.
Vajinal orgazmın gerçekleşmeme sebepleri; erkeğin erken boşalması, erkeğin sertleşme sorunu olması, kadının cinsellikle ilgili olumsuz düşünce sistemi, kadının cinsel istek azlığı, vajinusmus, fiziksel rahatsızlıklar gibi sebepler olabilir.
4. Cinsel İstek Azlığı: Kadınlarda cinsel istek azlığı "Başım Ağrıyor" repliğiyle ülkemizde çok fazla gündeme gelmektedir. Kadınların yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen cinsel ilşiki yada masturbasyon yapmaya karşı isteksiz ve ilgisiz olmalarıdır. Cinsel isteksizliğin sebepleri; yaşanan bir travma, depresyon, anksiyete, kullanılan psikiyatrik ilaçlar veya fiziksel rahatsızlıklar olabilir.
Tüm bu cinsel işlev bozuklukları evlilik yaşamında olumsuzluklara neden olabilmektedir. Eşlerin birlikte hareket etmeleri, bu sorunları çözme konusunda kararlar almaları önemli bir adım olacaktır. Cinsel terapilerle birlikte kolaylıkla çözülebilecek olan bu sorunlar evliliğinizde problemlere neden olmasın.
Özgür TÖNBÜL
Psikolojik Danışman/Aile Danışmanı
3 Ocak 2015 Cumartesi
PSİKOMAVİ DERGİSİ YAYINLANMIŞTIR. BEĞENİ, YORUM VE ELEŞTİRİLERİNİZİ BEKLİYORUZ.
PSİKOMAVİ DERGİSİ SAYI:1 (OCAK-ŞUBAT 2015)
http://issuu.com/psikomavidergisi/docs/psikomavi_umut
PSİKOMAVİ DERGİSİ SAYI:1 (OCAK-ŞUBAT 2015)
http://issuu.com/psikomavidergisi/docs/psikomavi_umut
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)