İzleyiciler

27 Mayıs 2015 Çarşamba

AİLENİN GELİŞİM AŞAMALARI: AİLE YAŞAM DÖNGÜSÜ



Ailenin de bir insanın gelişim süreci gibi belirli aşamaları vardır. Her insan nasıl bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, orta yaş, yaşlılık gibi gelişim süreçlerinden geçiyorsa evlilik de buna benzer süreçlerden geçer ve gelişir. Her gelişim döneminde ailenin yapması gereken belirli gelişim görevleri vardır. Bu gelişim görevleri kendiliğinden sırası geldiğinde aile tarafından yapılır. Bazı aileler de ise kendiliğinden yapılması gereken bu görevler sekteye uğrayarak psikolojik sıkıntılara neden olmaktadır. Ailenin hangi aşamada hangi gelişim görevleri var bilmek aileye farkındalık kazandıracaktır.

Duvall tarafından ortaya atılan aile yaşam döngüsü aileyi sekiz gelişim aşamasında inceler:

  1. Çocuksuz Evli Çiftler: Bu gelişim aşamasının süresi ortalama iki yıldır. Evlilikten itibaren iki yıl sürer ve bu süreçte evli çiftlerin karı-koca rolü vardır. Bu süreçteki görevler; evlilik birliğini sağlamak, karşılıklı ilişkiyi güçlendirmek, evlilik uyumunu sağlamak, çiftlerin birbirlerini tanımasını sağlamak, kaliteli cinsel yaşam becerilerini kazanmak ve anne babalık için kendilerini hazırlamaktır.

  1. 30 Aylık Bebeği Olan Aileler: Bu gelişim aşamasının süresi ortalama iki ila beş yıl kadardır. Bu süreçte çiftlerin karı-koca rolleri ve anne baba rolleri vardır. Bu süreçteki görevler; çiftlerin hamilelik sürecini sağlıklı yaşamasını sağlamak, ilk hamilelik sürecinin keyfine varmalarını sağlamak, yeni doğan bebeğin fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını sağlamak, güvenli bir aile ortamı oluşturmak, eşlerin iletişim ve kaliteli cinsel yaşam becerilerini sürdürmektir.


  1. Okul Öncesi Dönemde Çocuğu Olan Aileler: Bu gelişim aşamasının süresi ortalama iki ila beş yıl arasındadır. Bu süreçte aile üyelerinin, karı-koca, anne-baba, kız kardeş-erkek kardeş, kız çocuk-erkek çocuk rolleri vardır. Bu süreçteki görevler; ilk çocuğun gelişimsel sorumluluğunu üstlenmek ve eğitim ihtiyacının karşılanması, eğer ikinci çocuk varsa ilk çocuğun kardeş kıskançlığı krizlerinin önlenmesi, ikinci çocuğa uyum sağlamak, çocuklarla kaliteli vakit geçirmek, eşler arası iletişim ve kaliteli cinsel yaşam becerilerini sürdürmektir.

  1. Okula Giden Çocukları Olan Aileler: Bu gelişim aşamasının süresi ortalama yedi yıldır. Bu dönemde ailenin karı-koca, anne-baba, kız kardeş-erkek kardeş, kız çocuk-erkek çocuk rolleri vardır. Bu dönemin gelişim görevleri; anne baba olarak çocukların eğitim ihtiyaçlarının karşılanması, çocukların eğitsel başarılarının desteklenmesi ve takdir edilmesi, okul-öğretmen işbirliğinin güçlendirilmesi, öğrencilerin sorumluluklarının kazandırılması, aile içi iletişimin ve eşler arası kaliteli cinsel yaşam becerilerinin sürdürülmesidir.


  1. Ergenlik Çağında Çocukları Olan Aileler: Bu gelişim döneminin süresi ortalama yedi yıldır. Bu dönemde ailelerin karı-koca, anne-baba, kız kardeş-erkek kardeş, kız çocuk-erkek çocuk rolleri vardır. Bu dönemin gelişim görevleri; ergenlik dönemine girecek çocukla kaliteli iletişim kurmak, çocuğu ergenlik dönemi hakkında bilgilendirmek, ergenlik dönemi özellikleri hakkında anne babanın bilinçlenmesi, ergenin kimliğine ve kişiliğine saygı duymak, ergenin kendisini geliştirmesi için gerekli sosyal ve maddi desteğin verilmesi, aile içi iletişimin ve eşler arası kaliteli cinsel yaşam becerilerinin sürdürülmesidir.

  1. Ailenin İlk Çocuğu Evden Ayrılmış, Son Çocuk Evden Ayrılıyor: Bu dönemin ortalama süresi sekiz yıldır. Bu dönemde ailenin karı-koca, anne-baba, kız kardeş-erkek kardeş, kız çocuk-erkek çocuk rolleri vardır. Bu dönemin gelişim görevleri; üniversite için ilk çocuğun evden ayrılmasına uyum sağlamak, öğrencilerin eğitim ihtiyaçlarının desteklenmesi, çocukların iş bulma konusunda desteklenmesi, çocukların kendi sorumluluklarını almaları desteklenmesi, evlilik kararları almalarında gerekli desteğin verilmesidir.

  1. Orta Yaşlı Anne Baba: Bu dönemin süresi ortalama on beş yıldır. Evden herkes gitmiştir. Ailenin rolleri karı-koca, anne-baba şekline geri dönmüştür ayrıca babaanne-büyükbaba, dede-nine gibi roller eklenmiştir. Bu dönemin gelişim görevi evlilik ilişkilerinin tatminini yaşamak ve yeni kuşak aile üyeleriyle soy bağını kuvvetlendirmektir.




  1. Aile Üyelerinin Emekliliklerinden Sonraki Dönem: Bu dönem ortalama on beş yıl kadar sürer. Bu dönemde eşler partnerini kaybedebilir. Ailenin rolleri dul erkek-dul kadın, babaanne-nine, büyükbaba-dede rollerinden oluşabilir. Bu dönemin gelişim görevleri; yalnız yaşamayla başa çıkmak ve aile ilişkilerini sürdürmektir.








Aile Yaşam Döngüsü Aşaması ve Süresi
Kişilerin Aile İçindeki Rolleri
Ailenin Kritik Gelişim Görevleri
1-Çocuksuz evli çiftler (2 yıl)
Karı-koca
Karşılıklı bir evlilik kurmak, hamileliğe ve annelik, babalık sözleşmesine uyum sağlamak.
2-30 aylık bebeği olan aileler (2-5 yıl)
Karı-anne, Koca-baba veya oğlan çocuğu veya her ikisi
Küçük çocuğun gelişimine uyum ve güven sağlama, bakım ve beslenme
3-Okul öncesi dönemde çocuğu olan aileler (30 ay-6 yaş)
Karı-anne-koca-baba kız çocuk-kız kardeş erkek çocuk-erkek kardeş
Okul öncesi dönem çocuğun kritik ilgi ve ihtiyaçlarına uyum sağlamak.
4-Okula giden çocukları olan aileler (6-13 yaş ) (7 yıl)
Karı-anne-koca-baba kız çocuk-kız kardeş erkek çocuk-erkek kardeş
Okul çağında çocukları olan ailelerle uyum içinde olmak.Çocukların eğitsel başarılarını cesaretlendirmek.
5-Ergenlik çağında çocukları olan aileler(13-20 yaş)(7 yıl)
Karı-anne-koca-baba, kız çocuk-kız kardeş, erkek çocuk-erkek kardeş
Özgürlük ve sorumluluk arasında denge oluşturmak.
6-Ailenin birinci çocuğu evden ayrılmış, ve son çocuk evden ayrılıyor(8 yıl)
Karı-anne-büyükanne, koca-baba-büyükbaba, kız çocuğu-kız kardeş-hala, erkek çocuğu-erkek kardeş-amca
Genç yetişkinleri iş, meslek, askerlik, okul ve evlilik için özgür bırakmak.
7-Orta Yaşlı Anne-Baba, Boşalmış evden emekliliğe kadar(15+yıl)
Karı-anne-büyükanne, koca-baba-büyükbaba
Evlilik ilişkilerini tekrar inşa etmek.Daha yaşlı ve daha genç kuşaklarla soy bağlarını sürdürmek,
8-Aile üyelerinin emekliliklerinden sonraki dönem(10-15+yıl)
Dul erkek / dul bayan, karı-anne-büyükanne, koca-baba-büyükbaba
Yalnız yaşamayla baş etmek, emeklilik sonrası yaşama uyum sağlamak.

22 Mayıs 2015 Cuma

AİLE OLABİLMEK VE AİLE OLMANIN AŞAMALARI



Ailenin Tanımı ve Önemi

Aile; evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birliktir.1 Türk Dil Kurumunun açıklamasında da gördüğümüz gibi aile içerisinde etkileşimlerin bulunduğu dinamik bir topluluktur. Psikolojik açıdan aile; çiftin yasal bağlarla kurduğu, biyolojik, psikolojik ve sosyal işlevleri olan, toplumun en küçük yapı birimidir.

Ülkemizde aile kurumu sadece resmi bir nikahla şahitler huzurunda kurulabilir. Bu nikah Medeni Kanun ile düzenlenmiştir ve ülkemizde bir kişi sadece bir kişi ile evli olabilir.

Aile kavramına baktığımızda geçmişten günümüze sürekli değişimlere uğramıştır. Yaşanılan dönemin özelliklerine göre ailenin tanımı, yapısı, gelişimi sürekli farklılıklar göstermektedir. Yaşanılan çağ ne kadar değişirse değişsin, dünya üzerindeki tüm toplumlar için değişmeyen tek şey ailenin önemidir. Kadim zamanlardan günümüze kadar her toplum ve kültürde aile kutsal olarak görülmüştür. Her dini inançta, her kutsal kitapta, her toplumsal kültürlerde aile korunması gereken bir kurum olarak gözümüze çarpar. Peki neden bu kadar önemlidir ailenin korunması?

Aile en küçük yapı birlikleridir ve bu yapı birlikleri birleştiğinde toplumlar oluşur. Toplumlar birleştikçe bir ülkeyi ve yönetimi oluşturur. Hiçbir devlet kendisini oluşturan toplumun çürümüş olmasını istemez. Çürümüş bir toplumu yönetmenin zorlaşacağını bildiği için her gelişmiş ülke kendi aile yapısını desteklemek için politikalar geliştirmektedir. Bizim ülkemizde yeni yeni aile ile ilgili politikalar oluşturulmaya başlanmıştır. Aile birliğinin korunması amacıyla ailelere yönelik hizmetler ve sosyal destekler verilmeye başlanmıştır.
Psikoloji açısından da aile önemli bir kavramdır. Aile evlilik birliği ile kurulur ve çiftler yaşamlarını bu kurumda sürdürmeye başlarlar. Evlilik sürecindeki her olumsuzluk ailenin psikolojik sağlamlığına bir darbe olarak iner. Ailenin sağlıksız bir hal alması, çiftlerin birbirlerinden aldıkları sosyal desteği, doyumu engeller. Çocuk da varsa aile de bu olumsuz etkileşim bir sarmal gibi tüm aileyi kapsar. Sağlıksız aile-sağlıksız evlilik:Sağlıksız çocuklara neden olur. Sağlıksız çocuklar psikolojik açıdan yıpranmış, kendine güvenmeyen, iletişim ve davranış problemleri yaşayan bir topluma dönüşebilir.

Çocuk psikolojisi açısından da aile önemli bir kavramdır. Anne babanın tutumları, birbirleriyle iletişimleri, sevgilerini göstermeleri, tartışma şekilleri, çözüm bulma süreçleri vb. hepsi çocuğun gözü önünde olmaktadır. Çocuklar ailesinin bu durumlarını gözleyerek ileride kendi davranışları için şemalar belirler.

Çocuk gelişimi açısından ilk altı yılın önemli olduğunu söylüyoruz, peki ne var bu ilk altı yılda? İlk altı yıl çocukların kişilik gelişimine katkı sağlayan süreçlerin var olduğu bir dönemdir. Son zamanlarda bağlanma kuramcıları ve gelişim psikologları, çocuğun anne rahmine düştüğü andan itibaren altı yaşa kadar kişiliğinin anne baba tarafından şekillendirileceğini söylemektedirler. Bu yüzden geleceğimiz için aile olabilmeyi becermek çok önemlidir.

Aile olabilmek biz olabilme duygusunu yaşamaktır. Her iki çiftin biz olabilme duygusunu yaşaması, çocukların anne babası ile bir bütünlük hissetmesidir. Biz olabilme duygusu, kişilerin kendinden vazgeçip sadece ailesi veya karşıdaki kişi için çabalaması anlamına gelmemektedir. Biz olabilme duygusu, kendinden vazgeçmeyip karşıdaki kişi ile ortak noktada buluşabilmektedir. Anne-baba-çocuklar bir bütün olarak aile olabilmeyi, biz olabilme duygusunu yaşadıklarında, kendilerini ailesine ait hissedeceklerdir. Maalesef, günümüzde yaşam şartlarının getirdiği olumsuzluklar, iş koşulları, teknolojik gelişmeler, biz olabilme duygusunu köreltmekte ve çoğu evli çift ve ailede bu duygu yaşanmamaktadır. Çiftler ve çocuklar ben duygusu ile bencilce hareket etmekte ve aile olabilme duygusunu yaşayamamaktadır.

Aile Tipleri ve Ailenin Fonksiyonları

Yaşam koşulları değiştikçe ve geliştikçe aile tipleri de değişmektedir. Toplumdan topluma, kültürden kültüre aile tipleri farklılaşmaktadır. Ancak modern çağın getirdikleri dünya genelinde aileleri çekirdek aile tipine sokmaktadır. Modern çağın iş koşulları, şehirleşme, yaşam standartları, her iki çiftin çalışması, teknolojik gelişmeler gibi durumlar toplumun çekirdek aile tipine dönüşmesini sağlamıştır. Eskiden var olan geniş aile tipleri yavaş yavaş terk edilmeye başlamıştır. Aile tipleri yaşanılan yere, üye sayısı, kültüre göre farklı alt tiplerden oluşabilmektedir. Biz burada günümüzde en çok karşımıza çıkan üç alt tipi inceleyeceğiz.
    1. Çekirdek Aile: Özellikle şehirlerde anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük ailelerdir. Çekirdek aile yaşam koşullarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Sanayileşme ve kentleşme çekirdek aile tiplerinin gelişmesine neden olmuştur. Eskiden geniş ailede yaşayan bireyler, iş koşulları ve çalışma standartları nedeniyle kendi geniş ailesini terk ederek şehre yerleşmeye başlamıştır. Kendi kurduğu aile tipide modern evlerde küçük yapılarda küçük aileler şeklinde olmaktadır. Çekirdek ailede belli başlı özellikler vardır; ailede iş bölümü vardır, evin reisi belirli bir cinsiyetin tekelinde değildir, çocuk sayısı azdır, aile üyeleri arasında dayanışma ve hoşgörü vardır. Ülkemizde 1950lerden sonra hızla sanayileşmeye ve kentleşmeye başlamıştır. Bunun sonucunda birçok aile köyden şehre göç etmiş ve kendilerine yaşam alanları oluşturmaya başlamıştır. İlk başlarda köydeki geleneksel yaşamdan kopamayan insanlar yaşam koşullarını şehirde de devam ettirmiştir. Ancak süreç ilerledikçe herkes kendi çekirdek ailesini oluşturmuştur. Çekirdek ailenin özellikleri ne kadar olumlu olsa da maalesef bizim ülkemizde hala geleneksel ailenin özellikleri çekirdek ailede devam ettirilmektedir. Evin reisi, iş bölümü gibi konularda hala geleneksel şekilde davranılmaktadır. Çekirdek ailenin sadece çocuk sayısı kısmında geleneksel aileden farklı olarak az çocuk sayısı görülmektedir.
    2. Geleneksel Aile Tipi: Geleneksel aile genellikle köy yaşamında kendini gösteren bir yaşam biçimidir. Aile üyeleri hep birlikte bir arada yaşamaktadır. Evin reisi en büyük kişidir. Bu kişinin sözünden çıkılamaz, bireysel hareket edemezsiniz. İş bölümü eşitlikçi değildir, genelde kadınlar çalıştırılır ve ezilir. Erkek çocuklara daha çok önem verilir, kız çocukları dışlanır. Eş ilişkileri kısıtlıdır, duygular gösterilmez, sevgi belli edilmez. Günümüzde geleneksel aile tipleri ne kadar azalmış olsa da ülkemizde hala geleneksel aile tipleri devam etmektedir.
    3. Tek Ebeveynli Aile Tipi: Tek ebeveynli aile tipi günümüz koşullarında daha çok ortaya çıkmaya başlamıştır. Eşlerden birinin vefatı sonucu tek ebeveynli aile olunabileceği gibi boşanma süreci sonrasında da tek ebeveynli aile olunabilmektedir. Boşanma sayılarının arttığı ülkemizde tek ebeveynli aile tiplerinin de sayısı artmaktadır.


Ailenin fonksiyonları ailenin düzenini saplayan temel unsurlardır. Ailenin temel fonksiyonları ailenin sürekliliğine katkı sağlar. Bu fonksiyonların uygulanması çiftlerin ve çocukların aile olabilme duygusunu güçlendirir. Ailenin fonksiyonları;
a.       Biyolojik Fonksiyon: Biyolojik fonksiyon aile bireylerinin devamını sağlayan unsurdur. Eşlerin cinsel ihtiyaçlarının giderildiği ve neslin devamının sağlandığı fonksiyondur. Aile içindeki bu fonksiyon eşlerin birbirlerine daha çok yakınlaşmasını, iletişimin güçlenmesini sağlamaktadır. Cinsel fonksiyonlardaki her hangi bir sorun çiftler arasında sorunlara neden olabilmektedir. Biyolojik fonksiyon sadece üreme olarak görülmemelidir. Çiftler çocuk sayısı konusunda birlikte karar vermeliler ve uygun korunma yöntemlerini seçmelilerdir.
b.      Ekonomik Fonksiyon: Aile yiyecek, barınma ve kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için ekonomik fonksiyonları da yerine getirmek zorundadır. Yaşanacak ev, yeterli ve dengeli beslenme ve kültürel faaliyetler için maddi anlamda paraya ihtiyacı vardır. Günümüzde bazen her iki çiftte çalışarak ekonomik faaliyeti yerine getirmektedir. Bazen tek ebeveyn çalışarak bu fonksiyonu yerine getirmektedir. Burada önemli olan ailenin yeterli düzeyde yaşamını idame ettirecek şekilde maddi sıkıntı çekmemesidir. Maddi sıkıntı düzeyinde ekonomik fonksiyon varsa bu ailenin yaşam biçimini olumsuz etkilemektedir. Yoksulluk düzeyi arttıkça yeterli ve dengeli beslenme olmamakta, yaşanacak evin koşulları değişmekte, çocukların eğitim ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Bu durumda aile içerisinde psikolojik baskılar oluşturmaktadır.
c.       Sosyal Fonksiyon: Aile sosyal bir yapıdadır. Çiftler ve çocuklar bu sosyal yapıda sürekli hareket halindedir. Aile bireysel ve birlikte sosyal faaliyetlerin içerisinde ne kadar çok olursa ailenin sosyal etkileşimi de o kadar çok olacaktır. Ailenin birlikte yaptığı faaliyetler, kültürel etkinliklere katılma, birlikte oyun oynama, film izleme gibi fonksiyonlar ailenin aidiyet duygusunu güçlendirmektedir.

Aile Olabilmenin İlk Aşaması: Eş Seçimi

Aile olabilmek ve evlilik kurumunu hayata geçirmek için ilk aşama “eş seçimi”dir. Eş seçimi kültüre, yaşanılan coğrafyaya, yaşa, eğitim düzeyine, dinsel inançlara, siyasi görüşe, etnik kökene göre değişebilen bir durumdur.

Eş seçimi aşamaları için çok çeşitli yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.  Evrimsel gelişim, yumurtanın kendisi için en uygun spermi seçtiği yönündedir. Sosyoloji ise kadının erkekten daha genç ve doğurgan oluşunun erkeğin ise başarılı ve güç oluşunun önemli olduğunu vurgular. Freud ise “tüm mevzu çocukluğunuzda seyrettiğiniz ailede kilitlidir, her oğlan annesine, her kız babasına benzeri arar” der psikoloji açısından eş seçimine. Eş seçimi kuramlarına baktığımızda da “benzerlik ilkesi” yada “benzemezlik ilkesi” karşımıza çıkar. Benzerlik ilkesine göre bir birine benzeyen kişiler birbirlerini seçme eğilimindedir. Benzemezlik ilkesine göre birbirinden farklı özellikleri olan kişiler birbirlerinin farklı özelliklerini tamamlama eğilimindedir. Benzemezlik ilkesi zıt kutupların çekimine dayanmaktadır. Yapılan çalışmalar genellikle eş seçiminde benzerlik ilkesinin kullanıldığını göstermektedir.

Ülkemizde geçmişten beri var olan geleneksel yöntemle eş seçimi çoğunlukla uygulanmaktadır. Görücü usulü denilen çevredekilerin veya anne babanın uygun gördüğü bir eş ile hayatını birleştirme ülkemizde en çok görülen eş seçim türüdür. Modern çağın ilerlemesi, kültürel baskıların azalması, teknolojik gelişmeler gibi durumlar görücü usulü eş seçimini az da olsa azaltmıştır. Arkadaşlık kurarak, tanıyarak eş seçimi genellikle eğitim düzeyi yüksek, sosyo-ekonomik düzeyi orta ve yüksek bireylerde görülmektedir. Görücü usulü evliliklerde en büyük sıkıntı kişilerin istemediği kişilerle evlendirilmeye zorlanmasıdır. Bu durumda evlilik hayatında çiftler arasında kişisel, sosyal ve cinsel sorunlara zemin hazırlamaktadır. Görücü usulü evliliklerde yaygın inanç “zamanla tanır, seversin, alışırsın” olmaktadır. Arkadaşlık kurarak eş seçiminde görücü usulüne göre bir nebze daha şanslıdır çiftler. Birbirlerini tanımaya fırsatları vardır. Birbirlerinin özelliklerini, hoşlandıklarını, kişiliklerini anlamaya çalışırlar. Bu durum evlendiklerinde evlilik uyumunu artırıcı özelliktedir. Maalesef ülkemizde arkadaşlık kurarak eş seçiminde bu ilkelere uyan çok az insan vardır. Arkadaşlık kurduğu kişiyi tanımak yerine daha çok birlikte eğlenceli vakit geçirmeye odaklanmaktadırlar. Bu durum ise evlendiklerinde sorun oluşturur ve “arkadaş iken böyle değildi evlendik çok değişti” cümlelerinin sıklıkla telaffuz edilmesine neden olur.

Eş seçiminin ilk adımı kendini tanımaktır. Kendini tanımak karşıdaki kişiyi tanımaya çalışmaktan daha zordur. Çünkü insan kendisiyle yüzleşmekten korkar. Ya kendisinin özelliklerini abartır ya da kendisini çok değersiz gösterme eğilimine gidebilir. Psikolojik sağlığı yerinde olan bireyler kendileriyle barışıktır. Nelerden hoşlandıklarını, neleri sevdiklerini, kişisel özelliklerini, dünya görüşlerini, gelecekten beklentilerini bilen kişilerdir. Eğer kendinizi ne kadar iyi tanırsanız karşınızdaki kişiyi de o ölçüde rahatça tanıyabileceksinizdir.

Eş seçiminin ikinci adımı kendi değerlerini, beklentilerini, isteklerini net bir biçimde tanımlamadır. Evlilik kararı alan kişiler kesinlikle birbirleriyle değerlerini, isteklerini, olumlu ve olumsuz şeyleri konuşmalıdırlar. Net bir şekilde ifade edilen her şey üzerinde rahatça anlaşmaya varılabilecektir. Muallakta kalan konular netleştirilmelidir. Burada önemli olan çiftlerin isteklerini, değerlerini, görüşlerini karşıdaki kişiye zorla benimsetmeye çalışmamalarıdır. Ülkemizde genellikle bu aşamada kadının erkeğin düşüncesine, değerine, inancına biat etmesi beklenmektedir. Oysa her insanın bireysel farklılıkları vardır ve bireyler bu farklılıklarla daha anlamlıdır. Hiç kimse bu aşamada baskı oluşturmadan evlilikten beklentilerini, düşüncelerini açıklamalı ve ortak bir noktada buluşulmalıdır.

Eş seçimin üçüncü adımı eş adayını tanımaktır. Eş adayıyla ilk kez tanışma ortamında fiziksel özellikler tanınmaya başlanır. Kadında erkekte ilk tanışmada birbirlerini fiziksel olarak gözden geçirirler. Bu karşıdaki kişiyi tanımanın ilk basamağıdır. Daha sonra birlikte vakit geçirildikçe konuşma tarzı, kendini ifade ediş biçimi, oturması kalkması, diğer insanlarla iletişimi, kendi ailesiyle iletişimi, diğer insanlar üzerinde nasıl izlenim bıraktığı, mesleği, arkadaş çevresi gibi birçok konu bireyler tarafından tanınmalıdır.

Eş seçiminin dördüncü ve son adımı karar vermedir. Kişilerin en çok zorlandıkları konu bu olmaktadır. Kararsızlık aşaması insanı en çok yıpratan konulardan birisidir. Kişi bu dönemde doğru yapıp yapmadığı, yanlış mı doğru mu düşüncesiyle hem kendisini hem evleneceği kişiyi yıpratabilmektedir. Bu son aşamaya kadar çiftler birbirlerini sağlıklı bir biçimde değerlendirmelidir. Eğer değerlendirmezlerse evlilik aşamasında stres faktörü evlenmeden evliliklerini sarsar. Karar verme aşamasında kendinize şu soruları sorabilirsiniz2:
-          Kendinizi evlenmeye hazır hissediyor musunuz?
-          Evlenmeyi düşündüğünüz kişi ile fikirleriniz uyuşuyor mu?
-          Evlenmeyi düşündüğünüz kişiye karşı olumlu duygu ve düşünceler taşıyor musunuz?
-          Evlenmeyi düşündüğünüz kişi ile sağlıklı bir aile ortamı oluşturabileceğinizi düşünüyor musunuz?
-          Evliliğinizde oluşabilecek konularda çözüm bulabileceğinizi düşünüyor musunuz?
-          Evlenmeyi düşündüğünüz kişi fiziksel olarak çekici buluyor musunuz?
-          Kendinizi cinselliğe hazır hissediyor musunuz?
-          Duygu ve düşünceleriniz net bir şekilde ifade edebiliyor musunuz?
-          Evlenmeyi düşündüğünüz kişiye karşı sevgi ve saygı besliyor musunuz?

Aile Olabilmenin İkinci Aşaması: Eşler Arası Bağlanma

Bağlanma kavramı Bowlby tarafından bebeklerin anneleriyle ilişkileri incelendikten sonra ortaya atılmış bir kavramdır. Bebeklerin psikolojik gelişimi açısından anne ile bebek arasındaki bağlanma hayati önemdedir. Bowlby’e göre bağlanma figürü çocuğa yakın ve ulaşılabilir olursa, çocuk hissedilen ilişkiyi anlayarak güvenli davranabilir ve çevresini keşfetmeye odaklanabilir ya da kendisi veya bağlanma figürü ile olan ilişkisini tehdit eden bir durumla karşılaştığında kaygılanmasına neden olur. Sıcak ve sevgi dolu annelere sahip çocuklar kendilerini de sevgiye layık görürler ve diğer insanları da güvenilir insanlar olarak algılarlar. Güven duygusundan yoksun çocuklar endişeli, yalnız ve ilişkilerinde başkalarına bağımlı bireyler olarak yetişme eğilimindedirler. Anne ile bebek arasındaki bu bağlanma tarzı bebeğin ilerideki yaşantısında diğer duygusal yakınlık kuracağı kişilerle ilişkisini de etkilemektedir. Ainswort bağlanma ve temel güven duygusuna odaklanıp Bowlby’nin bağlanma kuramını biraz daha ileri götürerek, bebeklikten yetişkinliğe etkisi olan üç çeşit bağlanma stili ortaya koymuştur. Bu bağlanma tarzları evlilik ilişkisi içinde geçerlidir.

Güvenli bağlanmada, anne çocuk ilişkisinde anneler çocuklarına karşı ilgili ve duyarlıdırlar. Bu çocuklar anneleri yanında olmasa bile ulaşabileceklerini bilirler. Evlilikte de çiftler arasında karşılıklı doyum sağlama, tatmin olma, duygusal açıdan güvenli bir ilişki oluşturma, evliliğin sorumluluklarını yerine getirme gibi görevler zamanında uygulanır. Evlilikte güvenli bağlanan çiftlerin özellikleri; olumlu kendilik algısı, stresli dönemlerde sağlıklı kalma, stresi ifade edebilme, çözüm bulmaya çalışma, sorumluluğunu bilme, iyimserliktir.

Kaygılı-kararsız bağlanma ilişkisinde anne çocuğun gereksinimlerine karşı ilgili ve duyarlı değildir. Bu çocuklar ise annelerinden ayrıldıkları zaman yoğun kaygı ve kızgınlık duygusu yaşamaktadırlar. Evliliklerde ise kaygı üst düzeydedir. Evlilikte, en küçük tehdit hızla fark edilir, olumsuz sonuçlar abartılır, olumsuz duygusal tepkilere yoğunlaşılır, eşine karşı artmış şüpheci ve kaygılı ilgi, reddedilmeye karşı uyaranları hızlı fark etme gibi davranışlar görülür. Evlilikte kaygılı-kararsız bağlanan çiftlerin özellikleri; olumsuz kendilik algısı, yüksek tehdit algısı, strese aşırı tepki, endişe, acı veren olayları sürekli hatırlama, karamsarlık, şüpheciliktir.

Kaçınan bağlanma stilinde ise anneler çocuklarına karşı duyarlı değildir. Çocuk bu tavra anneye karşı uzaklık ve duygusal kopukluk geliştirerek tepki gösterir. Annelerinin gidişinden rahatsızlık duymazlar, anne geri döndüğünde yakınlık göstermezler. Evlilikte, çiftler arasında duygusal soğukluk göze çarpar, ilişkileri yüzeyseldir, iletişimleri sınırlıdır. Çiftlerden birisi kendisini sürekli çeker. Cinsel yaşam monoton, olması gerektiği için robotik düzeydedir. Kaçınan kişide evlilik doyum düzeyi düşüktür.

Eşler arasında bağlanma duygusunu etkileyen etmenler şöyledir3:
-          Güven: Güven duygusu bebeklikten çocukluğa, ergenlikten yetişkinliğe, evlilikten yaşlılık sürecine kadar her bireyin yakınındaki kişilerle yaşayabileceği bir duygudur. Evlilikte güven duygusu, evliliğin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Eşlerin birbirlerine karşı duyduğu güven, iletişimlerini, samimiyetlerini, hoşgörülerini, anlayışlarını, saygılarını, problem çözme becerilerini de olumlu etkilemektedir. Güven duygusunun olduğu evlilikte sorunlar daha yapıcı şekilde çözüme kavuşturulur.
-          Bir Arada Olma: İnsan yalnız başına yaşamakta sıkıntılar çekmektedir. Her birey yanında birisinin olmasını ister. Bir arada olmak insana destek verir. Evlilikte de çiftlerin bir arada olması onlara sosyal destek sağlar, kendilerini güvende hisseder, sıcaklık ve yakınlık sağlar.
-          Yakınlık ve Cinsellik: Her insan kendisine yakın bir insanla zaman geçirmekten hoşlanır. Evlilikte de kişi partnerini kendine ne kadar yakın hissederse evlilikten alınan doyum artar. Yakınlık ve sıcaklık eşler arasındaki duygusal yoğunluğu artırır. Cinsel yaşamın kalitesi eşlerin birbirlerine yakınlığını artırır.
-          Doyum: Evlilikten alınan doyum düzeyi ne kadar yüksekse kişilerin psikolojik sağlamlığı da o kadar yüksek olacaktır. Evlilikten alınan doyum kişilerin kendilerine güvenini, evliliğin sürdürülmesini, eşler arası iletişimin güçlü olmasını, sevgi ve saygının yüksek düzeyde yaşanmasını sağlar.