Ailenin Tanımı ve Önemi
Aile; evlilik ve
kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin
oluşturduğu toplum içindeki en küçük birliktir.1 Türk Dil Kurumunun
açıklamasında da gördüğümüz gibi aile içerisinde etkileşimlerin bulunduğu
dinamik bir topluluktur. Psikolojik açıdan aile; çiftin yasal bağlarla kurduğu,
biyolojik, psikolojik ve sosyal işlevleri olan, toplumun en küçük yapı
birimidir.
Ülkemizde aile
kurumu sadece resmi bir nikahla şahitler huzurunda kurulabilir. Bu nikah Medeni
Kanun ile düzenlenmiştir ve ülkemizde bir kişi sadece bir kişi ile evli
olabilir.
Aile kavramına
baktığımızda geçmişten günümüze sürekli değişimlere uğramıştır. Yaşanılan
dönemin özelliklerine göre ailenin tanımı, yapısı, gelişimi sürekli
farklılıklar göstermektedir. Yaşanılan çağ ne kadar değişirse değişsin, dünya
üzerindeki tüm toplumlar için değişmeyen tek şey ailenin önemidir. Kadim
zamanlardan günümüze kadar her toplum ve kültürde aile kutsal olarak
görülmüştür. Her dini inançta, her kutsal kitapta, her toplumsal kültürlerde
aile korunması gereken bir kurum olarak gözümüze çarpar. Peki neden bu kadar
önemlidir ailenin korunması?
Aile en küçük
yapı birlikleridir ve bu yapı birlikleri birleştiğinde toplumlar oluşur.
Toplumlar birleştikçe bir ülkeyi ve yönetimi oluşturur. Hiçbir devlet kendisini
oluşturan toplumun çürümüş olmasını istemez. Çürümüş bir toplumu yönetmenin
zorlaşacağını bildiği için her gelişmiş ülke kendi aile yapısını desteklemek
için politikalar geliştirmektedir. Bizim ülkemizde yeni yeni aile ile ilgili
politikalar oluşturulmaya başlanmıştır. Aile birliğinin korunması amacıyla
ailelere yönelik hizmetler ve sosyal destekler verilmeye başlanmıştır.
Psikoloji
açısından da aile önemli bir kavramdır. Aile evlilik birliği ile kurulur ve
çiftler yaşamlarını bu kurumda sürdürmeye başlarlar. Evlilik sürecindeki her
olumsuzluk ailenin psikolojik sağlamlığına bir darbe olarak iner. Ailenin
sağlıksız bir hal alması, çiftlerin birbirlerinden aldıkları sosyal desteği,
doyumu engeller. Çocuk da varsa aile de bu olumsuz etkileşim bir sarmal gibi
tüm aileyi kapsar. Sağlıksız aile-sağlıksız evlilik:Sağlıksız çocuklara neden
olur. Sağlıksız çocuklar psikolojik açıdan yıpranmış, kendine güvenmeyen,
iletişim ve davranış problemleri yaşayan bir topluma dönüşebilir.
Çocuk
psikolojisi açısından da aile önemli bir kavramdır. Anne babanın tutumları,
birbirleriyle iletişimleri, sevgilerini göstermeleri, tartışma şekilleri, çözüm
bulma süreçleri vb. hepsi çocuğun gözü önünde olmaktadır. Çocuklar ailesinin bu
durumlarını gözleyerek ileride kendi davranışları için şemalar belirler.
Çocuk gelişimi
açısından ilk altı yılın önemli olduğunu söylüyoruz, peki ne var bu ilk altı
yılda? İlk altı yıl çocukların kişilik gelişimine katkı sağlayan süreçlerin var
olduğu bir dönemdir. Son zamanlarda bağlanma kuramcıları ve gelişim
psikologları, çocuğun anne rahmine düştüğü andan itibaren altı yaşa kadar
kişiliğinin anne baba tarafından şekillendirileceğini söylemektedirler. Bu
yüzden geleceğimiz için aile olabilmeyi becermek çok önemlidir.
Aile olabilmek
biz olabilme duygusunu yaşamaktır. Her iki çiftin biz olabilme duygusunu
yaşaması, çocukların anne babası ile bir bütünlük hissetmesidir. Biz olabilme
duygusu, kişilerin kendinden vazgeçip sadece ailesi veya karşıdaki kişi için
çabalaması anlamına gelmemektedir. Biz olabilme duygusu, kendinden vazgeçmeyip
karşıdaki kişi ile ortak noktada buluşabilmektedir. Anne-baba-çocuklar bir
bütün olarak aile olabilmeyi, biz olabilme duygusunu yaşadıklarında,
kendilerini ailesine ait hissedeceklerdir. Maalesef, günümüzde yaşam
şartlarının getirdiği olumsuzluklar, iş koşulları, teknolojik gelişmeler, biz
olabilme duygusunu köreltmekte ve çoğu evli çift ve ailede bu duygu
yaşanmamaktadır. Çiftler ve çocuklar ben duygusu ile bencilce hareket etmekte
ve aile olabilme duygusunu yaşayamamaktadır.
Aile Tipleri ve Ailenin Fonksiyonları
Yaşam koşulları
değiştikçe ve geliştikçe aile tipleri de değişmektedir. Toplumdan topluma,
kültürden kültüre aile tipleri farklılaşmaktadır. Ancak modern çağın
getirdikleri dünya genelinde aileleri çekirdek aile tipine sokmaktadır. Modern
çağın iş koşulları, şehirleşme, yaşam standartları, her iki çiftin çalışması,
teknolojik gelişmeler gibi durumlar toplumun çekirdek aile tipine dönüşmesini
sağlamıştır. Eskiden var olan geniş aile tipleri yavaş yavaş terk edilmeye
başlamıştır. Aile tipleri yaşanılan yere, üye sayısı, kültüre göre farklı alt
tiplerden oluşabilmektedir. Biz burada günümüzde en çok karşımıza çıkan üç alt
tipi inceleyeceğiz.
- Çekirdek Aile: Özellikle
şehirlerde anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük ailelerdir. Çekirdek
aile yaşam koşullarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Sanayileşme ve kentleşme
çekirdek aile tiplerinin gelişmesine neden olmuştur. Eskiden geniş ailede
yaşayan bireyler, iş koşulları ve çalışma standartları nedeniyle kendi
geniş ailesini terk ederek şehre yerleşmeye başlamıştır. Kendi kurduğu
aile tipide modern evlerde küçük yapılarda küçük aileler şeklinde
olmaktadır. Çekirdek ailede belli başlı özellikler vardır; ailede iş
bölümü vardır, evin reisi belirli bir cinsiyetin tekelinde değildir,
çocuk sayısı azdır, aile üyeleri arasında dayanışma ve hoşgörü vardır.
Ülkemizde 1950lerden sonra hızla sanayileşmeye ve kentleşmeye
başlamıştır. Bunun sonucunda birçok aile köyden şehre göç etmiş ve
kendilerine yaşam alanları oluşturmaya başlamıştır. İlk başlarda köydeki
geleneksel yaşamdan kopamayan insanlar yaşam koşullarını şehirde de devam
ettirmiştir. Ancak süreç ilerledikçe herkes kendi çekirdek ailesini
oluşturmuştur. Çekirdek ailenin özellikleri ne kadar olumlu olsa da
maalesef bizim ülkemizde hala geleneksel ailenin özellikleri çekirdek
ailede devam ettirilmektedir. Evin reisi, iş bölümü gibi konularda hala
geleneksel şekilde davranılmaktadır. Çekirdek ailenin sadece çocuk sayısı
kısmında geleneksel aileden farklı olarak az çocuk sayısı görülmektedir.
- Geleneksel Aile Tipi: Geleneksel
aile genellikle köy yaşamında kendini gösteren bir yaşam biçimidir. Aile
üyeleri hep birlikte bir arada yaşamaktadır. Evin reisi en büyük kişidir.
Bu kişinin sözünden çıkılamaz, bireysel hareket edemezsiniz. İş bölümü
eşitlikçi değildir, genelde kadınlar çalıştırılır ve ezilir. Erkek
çocuklara daha çok önem verilir, kız çocukları dışlanır. Eş ilişkileri
kısıtlıdır, duygular gösterilmez, sevgi belli edilmez. Günümüzde
geleneksel aile tipleri ne kadar azalmış olsa da ülkemizde hala
geleneksel aile tipleri devam etmektedir.
- Tek Ebeveynli Aile Tipi: Tek
ebeveynli aile tipi günümüz koşullarında daha çok ortaya çıkmaya
başlamıştır. Eşlerden birinin vefatı sonucu tek ebeveynli aile
olunabileceği gibi boşanma süreci sonrasında da tek ebeveynli aile
olunabilmektedir. Boşanma sayılarının arttığı ülkemizde tek ebeveynli
aile tiplerinin de sayısı artmaktadır.
Ailenin
fonksiyonları ailenin düzenini saplayan temel unsurlardır. Ailenin temel
fonksiyonları ailenin sürekliliğine katkı sağlar. Bu fonksiyonların uygulanması
çiftlerin ve çocukların aile olabilme duygusunu güçlendirir. Ailenin
fonksiyonları;
a.
Biyolojik Fonksiyon: Biyolojik
fonksiyon aile bireylerinin devamını sağlayan unsurdur. Eşlerin cinsel
ihtiyaçlarının giderildiği ve neslin devamının sağlandığı fonksiyondur. Aile
içindeki bu fonksiyon eşlerin birbirlerine daha çok yakınlaşmasını, iletişimin
güçlenmesini sağlamaktadır. Cinsel fonksiyonlardaki her hangi bir sorun çiftler
arasında sorunlara neden olabilmektedir. Biyolojik fonksiyon sadece üreme
olarak görülmemelidir. Çiftler çocuk sayısı konusunda birlikte karar vermeliler
ve uygun korunma yöntemlerini seçmelilerdir.
b.
Ekonomik Fonksiyon: Aile yiyecek,
barınma ve kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için ekonomik fonksiyonları da
yerine getirmek zorundadır. Yaşanacak ev, yeterli ve dengeli beslenme ve
kültürel faaliyetler için maddi anlamda paraya ihtiyacı vardır. Günümüzde bazen
her iki çiftte çalışarak ekonomik faaliyeti yerine getirmektedir. Bazen tek
ebeveyn çalışarak bu fonksiyonu yerine getirmektedir. Burada önemli olan
ailenin yeterli düzeyde yaşamını idame ettirecek şekilde maddi sıkıntı
çekmemesidir. Maddi sıkıntı düzeyinde ekonomik fonksiyon varsa bu ailenin yaşam
biçimini olumsuz etkilemektedir. Yoksulluk düzeyi arttıkça yeterli ve dengeli
beslenme olmamakta, yaşanacak evin koşulları değişmekte, çocukların eğitim
ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Bu durumda aile içerisinde psikolojik baskılar
oluşturmaktadır.
c.
Sosyal Fonksiyon: Aile sosyal bir
yapıdadır. Çiftler ve çocuklar bu sosyal yapıda sürekli hareket halindedir.
Aile bireysel ve birlikte sosyal faaliyetlerin içerisinde ne kadar çok olursa
ailenin sosyal etkileşimi de o kadar çok olacaktır. Ailenin birlikte yaptığı
faaliyetler, kültürel etkinliklere katılma, birlikte oyun oynama, film izleme
gibi fonksiyonlar ailenin aidiyet duygusunu güçlendirmektedir.
Aile Olabilmenin İlk Aşaması: Eş
Seçimi
Aile olabilmek
ve evlilik kurumunu hayata geçirmek için ilk aşama “eş seçimi”dir. Eş seçimi
kültüre, yaşanılan coğrafyaya, yaşa, eğitim düzeyine, dinsel inançlara, siyasi
görüşe, etnik kökene göre değişebilen bir durumdur.
Eş seçimi
aşamaları için çok çeşitli yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Evrimsel gelişim, yumurtanın kendisi için en
uygun spermi seçtiği yönündedir. Sosyoloji ise kadının erkekten daha genç ve
doğurgan oluşunun erkeğin ise başarılı ve güç oluşunun önemli olduğunu
vurgular. Freud ise “tüm mevzu çocukluğunuzda seyrettiğiniz ailede kilitlidir,
her oğlan annesine, her kız babasına benzeri arar” der psikoloji açısından eş
seçimine. Eş seçimi kuramlarına baktığımızda da “benzerlik ilkesi” yada
“benzemezlik ilkesi” karşımıza çıkar. Benzerlik ilkesine göre bir birine
benzeyen kişiler birbirlerini seçme eğilimindedir. Benzemezlik ilkesine göre
birbirinden farklı özellikleri olan kişiler birbirlerinin farklı özelliklerini
tamamlama eğilimindedir. Benzemezlik ilkesi zıt kutupların çekimine
dayanmaktadır. Yapılan çalışmalar genellikle eş seçiminde benzerlik ilkesinin
kullanıldığını göstermektedir.
Ülkemizde
geçmişten beri var olan geleneksel yöntemle eş seçimi çoğunlukla
uygulanmaktadır. Görücü usulü denilen çevredekilerin veya anne babanın uygun
gördüğü bir eş ile hayatını birleştirme ülkemizde en çok görülen eş seçim
türüdür. Modern çağın ilerlemesi, kültürel baskıların azalması, teknolojik
gelişmeler gibi durumlar görücü usulü eş seçimini az da olsa azaltmıştır.
Arkadaşlık kurarak, tanıyarak eş seçimi genellikle eğitim düzeyi yüksek,
sosyo-ekonomik düzeyi orta ve yüksek bireylerde görülmektedir. Görücü usulü
evliliklerde en büyük sıkıntı kişilerin istemediği kişilerle evlendirilmeye
zorlanmasıdır. Bu durumda evlilik hayatında çiftler arasında kişisel, sosyal ve
cinsel sorunlara zemin hazırlamaktadır. Görücü usulü evliliklerde yaygın inanç
“zamanla tanır, seversin, alışırsın” olmaktadır. Arkadaşlık kurarak eş
seçiminde görücü usulüne göre bir nebze daha şanslıdır çiftler. Birbirlerini
tanımaya fırsatları vardır. Birbirlerinin özelliklerini, hoşlandıklarını,
kişiliklerini anlamaya çalışırlar. Bu durum evlendiklerinde evlilik uyumunu
artırıcı özelliktedir. Maalesef ülkemizde arkadaşlık kurarak eş seçiminde bu
ilkelere uyan çok az insan vardır. Arkadaşlık kurduğu kişiyi tanımak yerine
daha çok birlikte eğlenceli vakit geçirmeye odaklanmaktadırlar. Bu durum ise
evlendiklerinde sorun oluşturur ve “arkadaş iken böyle değildi evlendik çok
değişti” cümlelerinin sıklıkla telaffuz edilmesine neden olur.
Eş seçiminin ilk
adımı kendini tanımaktır. Kendini tanımak karşıdaki kişiyi tanımaya çalışmaktan
daha zordur. Çünkü insan kendisiyle yüzleşmekten korkar. Ya kendisinin
özelliklerini abartır ya da kendisini çok değersiz gösterme eğilimine
gidebilir. Psikolojik sağlığı yerinde olan bireyler kendileriyle barışıktır.
Nelerden hoşlandıklarını, neleri sevdiklerini, kişisel özelliklerini, dünya
görüşlerini, gelecekten beklentilerini bilen kişilerdir. Eğer kendinizi ne
kadar iyi tanırsanız karşınızdaki kişiyi de o ölçüde rahatça
tanıyabileceksinizdir.
Eş seçiminin
ikinci adımı kendi değerlerini, beklentilerini, isteklerini net bir biçimde
tanımlamadır. Evlilik kararı alan kişiler kesinlikle birbirleriyle değerlerini,
isteklerini, olumlu ve olumsuz şeyleri konuşmalıdırlar. Net bir şekilde ifade
edilen her şey üzerinde rahatça anlaşmaya varılabilecektir. Muallakta kalan
konular netleştirilmelidir. Burada önemli olan çiftlerin isteklerini,
değerlerini, görüşlerini karşıdaki kişiye zorla benimsetmeye çalışmamalarıdır.
Ülkemizde genellikle bu aşamada kadının erkeğin düşüncesine, değerine, inancına
biat etmesi beklenmektedir. Oysa her insanın bireysel farklılıkları vardır ve
bireyler bu farklılıklarla daha anlamlıdır. Hiç kimse bu aşamada baskı
oluşturmadan evlilikten beklentilerini, düşüncelerini açıklamalı ve ortak bir
noktada buluşulmalıdır.
Eş seçimin
üçüncü adımı eş adayını tanımaktır. Eş adayıyla ilk kez tanışma ortamında
fiziksel özellikler tanınmaya başlanır. Kadında erkekte ilk tanışmada
birbirlerini fiziksel olarak gözden geçirirler. Bu karşıdaki kişiyi tanımanın
ilk basamağıdır. Daha sonra birlikte vakit geçirildikçe konuşma tarzı, kendini
ifade ediş biçimi, oturması kalkması, diğer insanlarla iletişimi, kendi
ailesiyle iletişimi, diğer insanlar üzerinde nasıl izlenim bıraktığı, mesleği,
arkadaş çevresi gibi birçok konu bireyler tarafından tanınmalıdır.
Eş seçiminin
dördüncü ve son adımı karar vermedir. Kişilerin en çok zorlandıkları konu bu
olmaktadır. Kararsızlık aşaması insanı en çok yıpratan konulardan birisidir.
Kişi bu dönemde doğru yapıp yapmadığı, yanlış mı doğru mu düşüncesiyle hem
kendisini hem evleneceği kişiyi yıpratabilmektedir. Bu son aşamaya kadar
çiftler birbirlerini sağlıklı bir biçimde değerlendirmelidir. Eğer değerlendirmezlerse
evlilik aşamasında stres faktörü evlenmeden evliliklerini sarsar. Karar verme
aşamasında kendinize şu soruları sorabilirsiniz2:
-
Kendinizi evlenmeye hazır hissediyor
musunuz?
-
Evlenmeyi düşündüğünüz kişi ile
fikirleriniz uyuşuyor mu?
-
Evlenmeyi düşündüğünüz kişiye karşı
olumlu duygu ve düşünceler taşıyor musunuz?
-
Evlenmeyi düşündüğünüz kişi ile sağlıklı
bir aile ortamı oluşturabileceğinizi düşünüyor musunuz?
-
Evliliğinizde oluşabilecek konularda
çözüm bulabileceğinizi düşünüyor musunuz?
-
Evlenmeyi düşündüğünüz kişi fiziksel
olarak çekici buluyor musunuz?
-
Kendinizi cinselliğe hazır hissediyor
musunuz?
-
Duygu ve düşünceleriniz net bir şekilde
ifade edebiliyor musunuz?
-
Evlenmeyi düşündüğünüz kişiye karşı sevgi
ve saygı besliyor musunuz?
Aile Olabilmenin İkinci Aşaması:
Eşler Arası Bağlanma
Bağlanma kavramı
Bowlby tarafından bebeklerin anneleriyle ilişkileri incelendikten sonra ortaya
atılmış bir kavramdır. Bebeklerin psikolojik gelişimi açısından anne ile bebek
arasındaki bağlanma hayati önemdedir. Bowlby’e göre bağlanma figürü çocuğa
yakın ve ulaşılabilir olursa, çocuk hissedilen ilişkiyi anlayarak güvenli
davranabilir ve çevresini keşfetmeye odaklanabilir ya da kendisi veya bağlanma
figürü ile olan ilişkisini tehdit eden bir durumla karşılaştığında kaygılanmasına
neden olur. Sıcak ve sevgi dolu annelere sahip çocuklar kendilerini de sevgiye
layık görürler ve diğer insanları da güvenilir insanlar olarak algılarlar.
Güven duygusundan yoksun çocuklar endişeli, yalnız ve ilişkilerinde başkalarına
bağımlı bireyler olarak yetişme eğilimindedirler. Anne ile bebek arasındaki bu
bağlanma tarzı bebeğin ilerideki yaşantısında diğer duygusal yakınlık kuracağı
kişilerle ilişkisini de etkilemektedir. Ainswort bağlanma ve temel güven
duygusuna odaklanıp Bowlby’nin bağlanma kuramını biraz daha ileri götürerek,
bebeklikten yetişkinliğe etkisi olan üç çeşit bağlanma stili ortaya koymuştur.
Bu bağlanma tarzları evlilik ilişkisi içinde geçerlidir.
Güvenli
bağlanmada, anne çocuk ilişkisinde anneler çocuklarına karşı ilgili ve
duyarlıdırlar. Bu çocuklar anneleri yanında olmasa bile ulaşabileceklerini
bilirler. Evlilikte de çiftler arasında karşılıklı doyum sağlama, tatmin olma,
duygusal açıdan güvenli bir ilişki oluşturma, evliliğin sorumluluklarını yerine
getirme gibi görevler zamanında uygulanır. Evlilikte güvenli bağlanan çiftlerin
özellikleri; olumlu kendilik algısı, stresli dönemlerde sağlıklı kalma, stresi
ifade edebilme, çözüm bulmaya çalışma, sorumluluğunu bilme, iyimserliktir.
Kaygılı-kararsız
bağlanma ilişkisinde anne çocuğun gereksinimlerine karşı ilgili ve
duyarlı değildir. Bu çocuklar ise annelerinden ayrıldıkları zaman yoğun kaygı
ve kızgınlık duygusu yaşamaktadırlar. Evliliklerde ise kaygı üst düzeydedir.
Evlilikte, en küçük tehdit hızla fark edilir, olumsuz sonuçlar abartılır,
olumsuz duygusal tepkilere yoğunlaşılır, eşine karşı artmış şüpheci ve kaygılı
ilgi, reddedilmeye karşı uyaranları hızlı fark etme gibi davranışlar görülür.
Evlilikte kaygılı-kararsız bağlanan çiftlerin özellikleri; olumsuz kendilik algısı,
yüksek tehdit algısı, strese aşırı tepki, endişe, acı veren olayları sürekli
hatırlama, karamsarlık, şüpheciliktir.
Kaçınan
bağlanma stilinde ise anneler çocuklarına karşı duyarlı değildir. Çocuk
bu tavra anneye karşı uzaklık ve duygusal kopukluk geliştirerek tepki gösterir.
Annelerinin gidişinden rahatsızlık duymazlar, anne geri döndüğünde yakınlık
göstermezler. Evlilikte, çiftler arasında duygusal soğukluk göze çarpar,
ilişkileri yüzeyseldir, iletişimleri sınırlıdır. Çiftlerden birisi kendisini
sürekli çeker. Cinsel yaşam monoton, olması gerektiği için robotik düzeydedir.
Kaçınan kişide evlilik doyum düzeyi düşüktür.
Eşler arasında
bağlanma duygusunu etkileyen etmenler şöyledir3:
-
Güven: Güven duygusu bebeklikten
çocukluğa, ergenlikten yetişkinliğe, evlilikten yaşlılık sürecine kadar her
bireyin yakınındaki kişilerle yaşayabileceği bir duygudur. Evlilikte güven
duygusu, evliliğin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Eşlerin birbirlerine
karşı duyduğu güven, iletişimlerini, samimiyetlerini, hoşgörülerini,
anlayışlarını, saygılarını, problem çözme becerilerini de olumlu
etkilemektedir. Güven duygusunun olduğu evlilikte sorunlar daha yapıcı şekilde
çözüme kavuşturulur.
-
Bir Arada Olma: İnsan yalnız başına
yaşamakta sıkıntılar çekmektedir. Her birey yanında birisinin olmasını ister.
Bir arada olmak insana destek verir. Evlilikte de çiftlerin bir arada olması
onlara sosyal destek sağlar, kendilerini güvende hisseder, sıcaklık ve yakınlık
sağlar.
-
Yakınlık ve Cinsellik: Her insan
kendisine yakın bir insanla zaman geçirmekten hoşlanır. Evlilikte de kişi
partnerini kendine ne kadar yakın hissederse evlilikten alınan doyum artar.
Yakınlık ve sıcaklık eşler arasındaki duygusal yoğunluğu artırır. Cinsel
yaşamın kalitesi eşlerin birbirlerine yakınlığını artırır.
-
Doyum: Evlilikten alınan doyum
düzeyi ne kadar yüksekse kişilerin psikolojik sağlamlığı da o kadar yüksek
olacaktır. Evlilikten alınan doyum kişilerin kendilerine güvenini, evliliğin
sürdürülmesini, eşler arası iletişimin güçlü olmasını, sevgi ve saygının yüksek
düzeyde yaşanmasını sağlar.